Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından tam 60 gün geçti. Türk Tabipler Birliği (TTB) 2. Ay Deprem Raporu yayımladı. Raporda, “Afet direnci ancak hazırlıklı olmakla mümkün olabilir” vurgusunda bulan TTB, “Kapısı fermuardan, duvarları kumaştan, fırtınada uçan, yağmurda sel basan barınak niteliğindeki çadırlarla konut sorununun çözülmesi mümkün değildir. En kısa zamanda milyonların barınma sorununun çözümü için güvenli yerlerde, barış içinde ve onurlu şekilde yaşama olanaklarının sağlanması gerekir” vurgusunda bulunarak, deprem bölgelerinden 4 milyon 120 bin kişinin ayrıldığını, hem deprem bölgelerinde hem de bölgelerden ayrılan kişilerin barınma sorunu olduğuna dikkat çekti.
6 Şubat Depremleri’nin meydana gelmesinin üzerinden tam 60 gün geçti. Geçen iki aylık süreçte gelinen noktada deprem bölgelerindeki duruma ilişkin değerlendirmeler yapılıyor. Depremin ilk gününden 60. gününe kadar görev alan kurumlar arasında yer alan Türk Tabipler Birliği (TTB) deprem ikinci ay raporunu yayımladı. Raporda, depremin ikinci ayı olmasına rağmen hala barınma ve hijyen sorunu ilk sırada yer alıyor. Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının çalışma koşulları, depremzede sağlık çalışanlarının hala bölgelerde görev alması sorunu ve dinlendirilmesi önerileri raporda öne çıkan başlıklar arasında yer aldı.
TTB Deprem Raporu’nda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan verilere göre yaklaşık 2 milyon kişinin ağırlıklı olarak geçici yaşam alanlarında ve geçici konaklama tesislerinde yaşamlarını sürdürdürdüğü 3.320.000 kişinin başka kentlere giderek yaşadıkları kentlerden ayrıldığı, 800 bin kişinin ise köylere göç ettiği verileri paylaşıldı. TTB bu verilere yönelik şu tespitlerde ve eleştirilerde bulundu: “Dolayısıyla deprem sonrasında 4.120.000 kişi ülke içinde yerinden olmuştur. Başka kentlere göç edenlerin barınma koşullarına ilişkin hiçbir somut veri bulunmamaktadır. Göç edilen kırsal bölgelerin de ağırlıklı olarak depremden etkilendiği düşünülürse hem köylere göç edenler hem de onları konuk edenler açısından bir barınma sorunu söz konusudur. Cumhurbaşkanı tarafından açıklanan verilerin ışığında şubat depremleri sonrasında yaklaşık olarak 6 milyon insanın barınma/konut gereksinimleri ortaya çıkmıştır. 4 milyon kişi ülke içinde yerinden olmuş bu kişilerin barınma koşullarına ilişkin hiçbir veri paylaşılmamış olması bu insanların barınma sorunlarının olmadığı anlamına gelmemektedir.”
TTB’nin 6 Şubat Depremi 2. Ay Raporu’nda 81 sayfadan oluşuyor, raporda Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya, Şanlıurfa, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Hatay, Elazığ, Diyarbakır’a ilişkin değerlendirmeler detaylı bir şekilde yer alıyor. Barınma sorunu raporda ilk olarak öne çıkan konular arasında yer alıyor. TTB, 6 Şubat Depremleri’nin ikinci ayında barınmanın hala ciddi bir sorun olmaya devam ettiğini belirterek, hayatta kalan depremzedelerin erişebildikleri barınma koşullarının BM Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi’nin konut standartlarının çok gerisinde olduğunu vurguladı. Hasar tespitinde yıkık, acil yıkılacak, ağır hasarlı bağımsız bölüm sayılarıyla hane büyüklüğünün çarpımı sonucunda illere göre barınma sorunu oluşmuş kişi sayısı tahminlerine raporda yer verildi. Depremin ikinci ayında toplam 821 bin 302 hanede, 3 milyon 285 bin 208 kişinin acil barınma sorunun çözülmesine ihtiyaç olduğu ifade edildi.
Raporda; sağlıklı suya erişim su hakkı, hijyen koşulları, genel yaşam alanlarına ilişkin detaylı değerlendirmeler yapıldı. TTB raporunda; Bakan Koca’nın insani kullanım amaçlı suyu içme ve kullanma suyu diye ayırmasının Sağlık Bakanlığı’nın İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmeliğine aykırı olduğunun altını çizdi. Raporda; Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Elazığ, Gaziantep, Osmaniye illerindeki sağlıklı suya erişim noktasında analizlerin yayımlandığı bu illerde şebeke suyunun içilebilir nitelikte olduğu anlaşılmaktadır bilgisi yer alırken, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya’da şebeke suyunun içilmemesi yönünde uyarılar yapıldığı bilgileri yer aldı.
TTB 2. Ay Raporu’nda, özellikle çadırlı geçici yaşam alanlarında yaşam koşullarının daha kötü olduğu, nüfus başına düşen tuvalet ve banyo kabinlerinin yetersiz olduğu, özellikle kadınların kullanımı açısından güvenli olmadığı vurgulandı. Konteyner kentlere ilişkin değerlendirmede ise, genel yaşam alanlarında hem altyapının hem de donanımın daha iyi yapılandırıldığının gözlendiği bilgisi yer aldı. Osmaniye ve Gaziantep’teki konteynır kentlerde koşulların daha iyi olduğu, bazı geçici yerleşim alanlarında çamaşır ve kurutma makinelerinin bulunduğu bilgisi verildi. Raporda konteyner kentlerle ilgili şu cümleler yer aldı: “Kahramanmaraş’ta yer alan iki konteyner geçici yaşam alanında konteynırlar ikili diziler halinde sıralanmış, su ve kanalizasyon altyapısı ortak, kolay müdahale edilebilecek şekilde açıkta oluşturulmuştur. Dizilerin iki ucunda açıktaki altyapıyı gözlerden saklayacak şekilde konulmuş büyük saksılı bitkiler bulunmaktadır. İkili konteyner dizileri arasında asfalt geniş yol bulunmaktadır. Tuvalet ve banyo olanakları yeterlidir. Çadır yerleşmeleri kadınların ve çocukların güvenliği açısından uygun değildir. Şiddet, taciz gibi sorunlar geçici yaşam alanlarında kalan kadınlar tarafından bildirilmektedir.”
TTB raporunda ayrıca birinci basamak sağlık birimlerinde verilmeyen hizmetler arasında aile planlaması hizmetinin yer aldığı belirtiliyor. TTB, “Gözlemlenen çok önemli sorunlardan biri de bu sağlık birimlerinde büyük çoğunlukla Aile Planlaması hizmetlerinin verilemiyor olmasıdır. Kondom, Oral Kontraseptif, RİA gibi malzemelerin temininde yaşanan güçlükler, RİA uygulama koşullarının ya da sertifikalı sağlık çalışanlarının olmaması da dile getirilen sorunlardandır. Bazı geçici yaşam alanlarında sivil toplum kuruluşlarının gönüllü hizmet veren sağlık birimleri vardır, bazılarında 24 saat hizmet veren askeri revirler bulunmaktadır, bazılarında ise sağlık çadırı ya da birimi bulunmamakta, yakındaki ASM’den yararlanılması öngörülmektedir. Özellikle kadınların hizmete ulaşımları açısından bu yaklaşımın uygun olmadığı ifade edilmiştir. Bunun temelinde çadırların insanların buradaki eşyalarını güvenle bırakıp bir yere gitmelerine olanak sağlayacak güvenli koşullara sahip olmaması, kadınların çocuklarını bırakıp görece uzak bir yere gitmekle zorlanmaları, çocuklarıyla birlikte her zaman hareket edebilmelerinin olanaksız olması, çadırda hasta, yaşlı, engelli aile bireylerinin bakım sorumluluğunu devredecek kimselerinin olmaması yanı sıra ulaşım koşullarının zorluğu gibi etmenler etkili olmaktadır” tespitinde bulundu.
TTB 2. Ay Deprem Raporu’nda, birinci basamak sağlık hizmetlerinin ciddi yara aldığı, özellikle Adıyaman, Hatay, Gaziantep’in Nurdağı ve İslâhiye ilçeleri, Kahramanmaraş ve Malatya’da fiziksel olarak pek çoğu yıkılarak, hizmet veremez durumda olduğu belirtildi. Raporda, “Milyonlarca insanın konutlarının oturulamaz durumda olması, insanların ülke içinde yer değiştirmiş olmaları, kendi illerinde geçici yaşam alanlarında barınmak zorunda olmaları birinci basamak sağlık hizmetlerini de çok olumsuz etkilemiştir. Deprem öncesinde aile sağlığı merkezlerinin çalışma modelinin nüfus tabanlı olmayıp liste tabanlı olduğu bilinmektedir. Deprem sonrasında bu liste tabanları bile kaybolmuş durumdadır. Birinci basamak sağlık hizmetlerinin örgütlenmesi ve sunumu açısından en temel sorunlardan bir nüfus tabanlı bir hizmet planlamasının olmamasıdır” bilgileri yer aldı.
Raporda, sağlık biriminde çalışanların nüfus bilgisine sahip olmadıkları, geçici yaşam alanlarında barınan kişilerin farklı ASM’lere kayıtlı olabildikleri, bu durumun hizmetin sürekliliğini aksattığı belirtildi. “Geçici yaşam alanlarında genellikle bir sağlık çadırı, karavanı, konteynırından oluşan bir sağlık birimi bulunmaktadır. Bu birimlerde sunulan hizmetler yaşam alanlarında göre farklılık gösterebilmektedir. Bazı yaşam alanlarında sağlık birimlerinde ambulans bulunmakta iken birçoğunda bulunmamaktadır. Sağlık birimlerinin bazılarında fiziksel mekândan kaynaklanan altyapı, tuvalet bulunmaması, ısınma sorunları gibi sorunlar gözlemlenmiştir” değerlemesinde bulunan TTB, “Sağlık çalışanları tuvalete gidecek zamanları olmadığı için su alımını kısıtladıklarını ifade etmişlerdir. Sağlık birimlerinin en kısa zamanda nitelikli bir sağlık hizmeti verilebilecek fiziksel koşullara kavuşturulması şarttır” vurgusu yaptı.
TTB raporunda ikinci ayda sağlık çadırlarının yalnızca poliklinik hizmeti verdiği, birimlerde çoğunlukla aşı dolabı bulunmadığının gözlendiği belirtilerek şu bilgilere yer verildi: “Bazı GYA sağlık birimlerinin aşılama çalışmaları için kişileri kayıtlı oldukları ASM’lere yönlendirdikleri rapor edilmiştir. Bu ise aşılama çalışmalarının aksamasına, gecikmesine yol açabilecektir. Koruyucu sağlık hizmetleri kısmen yürütülebilmekte ya da hiç sunulamamakta; bu durum gebe izlemi, çocukluk çağı ve gebe bağışıklaması gibi başlıklarda eksikliklere yol açmaktadır. Bazı birimlerde bağışıklama çalışmalarının ilçe sağlık müdürlükleri tarafından yürütüldüğü belirtilmiştir.”
Depremlerin ikinci ayında deprem bölgelerinde çalışan sağlık çalışanlarının çoğunun depremzede sağlık çalışanlarından oluştuğunu belirten TTB, “Sağlık Emekçileri Bölgede çalışan sağlık emekçilerinin önemli bir kısmı depremzededir, ailelerinin güvenli barınma koşulları sınırlı ya da yoktur. Depremi yaşayan sağlık emekçileri deprem sonrası ikinci haftadan sonra çalışmaya zorlandıklarını, ailelerinin güvenliği, barınma gibi çok temel yaşamsal sorunlarını çözemediklerini, ailelerini güvenli bölgelere taşıdıklarını, kendilerinin başlangıçta arabalarında, daha sonra sağlık kurumlarının kimi zaman hasarlı binalarında barınmaya çalıştıklarını belirtmişlerdir. Diğer bir grup sağlık emekçileri ise görevlendirme ile çalışmaktadır, bazı birimlerde günde iki bazılarında üç vardiya olarak görev yapmaktadırlar. Görevlendirme ile gelenlerin bir sonraki ekiple değişimlerine ilişkin çalışma döngülerinin belirli olmamasının sorun olduğu pek çok geçici yaşam alanında sağlık birimi tarafından ifade edilmiştir” bilgileri yer aldı.
Sağlık emekçilerine görevlendirmelerin son anda haber verildiği bilgisine raporda yer veren TTB şu bilgileri paylaştı: “Sağlık emekçileri deprem bölgesine hazırlıksız gelmek zorunda kaldıklarını, hangi bölgeye ve nereye hangi pozisyonda görevlendirildiklerini deprem bölgesine geldikten sonra öğrendiklerini belirtmişlerdir. Geride bıraktıkları iş ve aile ortamındaki yükümlülükleri sebebi ile huzursuzluk duymaktadırlar. Özellikle aile hekimleri kimi sağlık birimlerinde ve işlerlik kazanan ASM’lerde hekim ihtiyacı olduğu halde organizasyon hataları nedeniyle pasif konumda olduklarını, aynı biçimde kimi uzman hekimler ihtiyaç fazlası görevlendirildikleri için huzursuzluk duyduklarını belirtmektedir. Uzmanlık alanlarının gereğini yapamadıklarını ve geride bıraktıkları iş yükünün daha da arttığını ifade etmektedirler. Pek çok birimde ister zaten yerelde çalışmakta olan ister görevlendirme ile gelen sağlık çalışanları gündüz çoğunlukla iş ortamında olmakta, gece barınma, ısınma, duş yapma gibi gereksinimler ve fiziki koşulları açısından çoğu kez sıkıntı yaşamaktadırlar. Yemeklerini kendileri hazırlamak zorunda kalabilmekte, yemek hazırlama koşullarının hijyen açısından yeterli olmadığını belirtmektedirler. Beslenme için GYA’lardaki aşevlerinden yararlanmaları da söz konusu olabilmektedir.”
Sağlık ekiplerinin içinde pek çok yerde halk sağlığı uzmanlarının yer almasının olumlu olduğunu belirten TTB, “Ambulans bulunan birimlerde acil tıp teknisyenleri de görev yapmaktadır. Bazı GYA’larda gözlemlendiği üzere sadece hekim ve hemşirelerden oluşan bir bileşim sağlık ekibi açısından yeterli ve uygun değildir. Hekim, hemşire, ebe, yanı sıra özellikle depremin oluşturduğu yıkım ve travmayla baş edebilmek için insanların psikososyal desteğe gereksinimleri olması nedeniyle psikolog, sosyal hizmet uzmanı, çocuk gelişimi uzmanı gibi farklı sağlık profesyonellerinin de birinci basamak sağlık ekibine kalıcı olarak eklenmesi gereklidir. Var olan İlçe sağlık müdürlüklerinin çevre sağlığı ile ilgili işlevleri güçlendirilmeli, özellikle enkazlar ve tozun sağlık etkilerinin değerlendirilmesi, şebeke suyunun temiz ve güvenli olmasının izlenmesi gibi çevreye yönelik sorumlulukların aksatılmaması yerinde olacaktır” dedi.
Atıkların yönetimi konusunun deprem sonrasındaki ilk haftalara kıyasla daha iyi olduğu ancak geçici yaşam alanlarında hâlâ atıkların saklanması ve uzaklaştırılmasıyla ilgili sorunlar ve yetersizlikler gözlendiğinin belirtildiği raporda, enkaz kaldırma çalışmalarının insanların barınma alanlarına olumsuz etkileri konusu da yer aldı. TTB tarafından deprem birinci ay raporunda da vurgulanan konu hala önemini koruyor. Deprem bölgesinde ‘asbest maruziyeti riskinin’ önemli bir sorun olarak hala varlığını devam ettirdiğine işaret eden TTB, “deprem bölgesindeki vatandaşlarımız ve kurtarma, yıkım ve enkaz kaldırma faaliyetlerinde görev alan işçilerin asbest maruziyeti için risk altında olduğu birinci ay raporunda da belirtilmişti. Enkaz kaldırma çalışmaları sırasında oluşan toz nedeniyle insan barınma alanları risk altındadır. Bu tür olağandışı durumlarda enkaz kaldırma çalışmalarının yıllarca sürebildiği bilinmektedir. Molozların tarım alanlarına, su havzalarına dökülmesi ikincil felaketlere yol açacaktır. Enkazlardaki asbest içeren malzemelerin gerekli önlemler alınarak ayıklanması, kaldırma çalışmalarının daha sonra güvenli bir biçimde gerçekleştirilmesi gereklidir” cümleleri yer aldı.
Türkiye’de verilere erişim sorunu olduğuna dikkat çeken TTB, Şubat depremlerinin yarattığı yıkımın ve ikincil etkilerinin gerçek boyutunun mümkün olduğunca görünür olmamasına yönelik bir çaba harcandığının gözlendiğini belirtti TTB’nin erişilemiyor dediği verilerden bazıları şöyle: “Hasar tespit çalışmaları Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir. Ancak bakanlığın ve illerdeki temsilciliklerinin web sitelerinde açık, sistematik, güncellenen hasar tespit verileri açıklanmamaktadır. TÜİK hanehalkı büyüklüğü verilerine illere göre erişim söz konusu değildir, yayımlanan bültendeki Türkiye haritasındaki renk kodları üzerinden çıkarsama yapmak olanaklıdır. Şebeke suyunun niteliğine ilişkin veriler de şeffaf bir biçimde paylaşılmamaktadır. Az sayıda belediye su analiz verilerini güncelleyerek web sitelerinde paylaşmakta, olasılıkla şebeke suyunda sorun olan illerde gerekli verilere erişim söz konusu olamamaktadır. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, TÜİK, AFAD, belediyeler gibi ilgili kurumsal yapılardan doğrudan verilerin elde edilemediği koşullarda, yetkililerin basına yansıyan açıklamalarındaki verileri temel alarak sorunun boyutunu ortaya koymaya yönelik bir akıl yürütmeye gereksinim vardır.”
Geçici yaşam alanlarında yangın tehlikesine de dikkat çekilen raporda, yangınlarda can kayıplarının olduğu belirtilirken, toplumun gebeler, çocuklar, yaşlılar, engelliler, sığınmacılar, LGBTİ+ bireyler gibi özellikli gereksinimleri olan ya da dezavantajlı, kırılgan kesimlerinin gereksinimlerinin karşılanması geçici yaşam alanları koşullarında oldukça zor olduğu, neredeyse olanaksız olduğu bilgisi vurgulandı.
Raporda gıdaya erişim başlığında şu bilgilere yer verildi: “Büyük geçici yaşam alanlarında gıdaya erişim aşevleri tarafından karşılanmaktadır ve yeterli olarak değerlendirilmiştir. Bazı yaşam alanlarında Ramazan döneminde iki öğün yemek çıkartılması kabul edilemez. Çölyak gibi özellikli beslenme gereksinimleri olan kişilerin özellikle ilk dönemde sorun yaşadıkları bilinmektedir.”
TTB Deprem 2. Ay Raporu’nda Birleşmiş Milletler Yeterli Yaşam Standardı Hakkı’nın bir bileşeni olarak yeterli barınma ve bu bağlamda ayrımcılığa uğramama Hakkı Özel Raportörü Raquel Rolnik’in değerlendirmelerine de yer verildi. TTB Raporu’nda “Yeterli barınma hakkının afet müdahalesine entegre edilmesinin geniş etkileri olduğunu, bununla birlikte, uygulamada, yeterli barınma hakkının kavranması ve bunun afet müdahalesine uygulanmasının, hakkın yalnızca bazı yönleriyle, özellikle de fiziksel yapılar ve bireysel mülk sahipliği ile sınırlı kaldığını, bazı durumlarda, yeniden inşa etme ve kurtarma çabalarının afet mağdurlarının yeterli barınma hakkından yararlanmaları üzerinde zararlı bir etkiye sahip olduğunu” görüşleri ifade edildi. Özel raportörün görüşüne göre “yeniden yapılanma çabalarında yeterli barınma hakkının gerçekleştirilmesi için kapsamlı çaba gösterilmesi sadece bir zorunluluk değil, aynı zamanda doğal afetin etkilerini şiddetlendiren ya da onun tarafından görünür kılınan eşitsizlikleri gidermek ve yeterli barınma hakkını aşamalı olarak gerçekleştirme çabalarına katkıda bulunmak için bir fırsat sunmaktadır” değerlendirmesi yer aldı. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)